HOŞ GELDİNİZ

15 Ekim 2007 Pazartesi

..Şiir dinletisi..

Okul gecemiz şiir dinletisinin bir bölümünü kayda alabildik.Gönül isterdi ki gecemizdeki bütün etkinlikleri görüntüleyebilelim.Bu bağlantılarda gecemizde sunduğumuz şiir dinletisinin bir bölümü var. Yukarıdaki bağlantıların yanı sıra You Tube ana sayfadan "Cibril mah.ilköğretim okulu" yazıp aratırsanız tüm görüntülerimize ulaşabilirsiniz. Tabi yorum yapmayı ihmal etmeyin:)

..BAYRAK..

*

BAYRAK

Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kızkardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü!
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım.
Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver !
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar.
Yurda ay yıldızın ışığı yeter.
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün.
Kızıllığında ısındık,
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün.
Gölgene sığındık.
Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalan;
Barışın güvercini, savaşın kartalı...
Yüksek yerlerde açan çiçeğim;
Senin altında doğdum,
Senin dibinde öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen !
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim !


* Gökhan Karaosmanoğlu ( Urfa Kalesi )

Dostum,

Öncelikle bu güzel fotoğrafı çekip bana gönderdiğin için teşekkür ederim.

Bu harika şiire ancak böyle profesyonelce çekilmiş bir fotoğraf eşlik edebilirdi.

Gökhan ile acemi birliğimi tamamladığım Burdur'da tanıştık.Kendisi de şu an Şanlıurfa'da Asteğmen Öğretmen olarak görev yapıyor.Branşı Bilgisayar.

Burdur'da birçok insanla tanıştım; fakat Gökhan haricinde herkes orada kaldı.Beraber gidip teslim olduğumuz arkadaşlarımdan başka, sadece Gökhan ile görüşüyoruz.Fazla bir arada kalma,birbirimizi pek tanıma şansımız olmadı gerçi.Ama ilk kişilik izlenimlerim olumlu.Ayrıca kardeşim Haluk'un söylediğine göre iyi yemek yapıyormuş.Ee bu da önemli bir marifet:-)

Kardeşim dostluğumuzun baki kalması dileğiyle...

13 Ekim 2007 Cumartesi

..Şehitlerimiz..




Kişi başına düşen milli utanç kaç dolar?

SOLDAKİ, Zehra.

Sağdaki, Güneş.

*

14 vatan evladıyla birlikte şehit düşen onbaşı Kasım’ın bebeleri.

*
Emzikli Zehra’nın çoraplarına bakın...

Ve, Güneş’in ayaklarına.

*
Kişi başına düşen milli gelirimiz, 5 bin 400 dolar olduğuna göre...

Zehra’nın 5 bin 400 doları var.

Güneş’in de...

Şehit babalarının 5 bin 400 doları.

Annelerinin 5 bin 400 doları.

Ne etti?21 bin 600 dolar.

*

Yıllık geliri 21 bin 600 dolarlık bir ailenin fotoğrafıysa bu...

Yarın sabah, ilk iş, bugüne kadar eleştirdiğim herkesten özür dileyip, mesleği bırakıyorum.

Yok değilse...

Utanmalısınız kardeşim.

Utanmalısınız.
*Alıntıdır.

..Şehitlerimiz..


Son günlerde yaşadığımız olaylara kayıtsız kalmak ne mümkün...
Şehit haberlerini duyup; gözü yaşlı aneleri,babaları,eşleri,yavruları görüp hala içi sızlamayan var mı?
Maalesef var...
Öyle ki o üzücü olayları yaşadığımız şu günlerde hala eğlencesinden feragat etmeyen insanları; tüm bu yaşananlar karşısında herhangi bir program yapmayan Tv'leri,yapmamışken rezilliklerin diz boyu olduğu programları yayınlamaları; koca sayfada küçük bir köşe ayıran gazeteleri; hala haktan,hukuktan,dostluktan,kardeşlikten bahsederek kalleşliğe çanak tutan köşe yazarlarını; onun,bunun,benim,senin verdiğimiz vergilerle maaş alıp, eli kanlı teröristlerden dağdaki gençler" diye bahseden şerefsizleri ve bunlara ses çıkarmayan, elini sıkan kravatlı adamları görüp yok demek mümkün mü..?
Aşağıdaki yazıyı okuyup, bu masum soruları soran öğrencilere cevap verecebilecek olan var mı?


Bana şehitliği anlatsana Öğretmenim!

“Bana şehitliği anlatsana öğretmenim!” diye bir soru sorsa öğrencilerimden birisi, nasıl cevap veririm diye düşündüm?

Nerden başlamalıyım anlatmaya?

Şehit olanın ulaştığı makamdan mı başlamalı?

Ateşin düştüğü yeri anlatmalı mıyım?

Evlat acısı çeken anne babanın yüreğindeki ateşi kelimelere sığdırabilir miyim?

Genç yaşta dul kalan, evinin direği yıkılan “hayat arkadaşının” acısını ifade edecek kelimeleri, sözlüklerde bulabilecek miyim?

Babasının yolunu beklerken, babasının resmini öpen, “yetim çocuğun” tabuta bakışını ben nasıl anlatırım ki?

“Evlat acısı nedir öğretmenim!” diye sorsa başka bir öğrencim nasıl anlatırım ben o annenin yüreğindeki ateşi. Ellerini bağrına vura vura ağlayan bir annenin acısını ben anlatamam ki! Anlatmaya yüreğim dayanmaz ki!

“Şehidin babası niçin Vatan sağ olsun!” dedi. “Vatan sağ olsun!” derken sesi niçin titriyordu şehidin babasının?” diye sorarsa öğrencilerim ben ne diyeceğim? 'Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır/ Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır'” mısralarını anlayabilirler mi?

“Tabuta bakıp ne olduğunu bile anlayamayan o küçük çocuk, niçin etrafına şaşkın şaşkın bakıyordu öğretmenim?” diye soran olursa nasıl cevap vereceğim. Cümle kuramam ki o zaman. Kelimeler boğazımda düğümlenir. Harfler kelimeye, kelimeler cümleye dönüşemez ki!

“Geline kına yakılır, koyuna kına yakılır da Askere niçin kına yakılır öğretmenim?” sorusuna cevap verebilir miyim?
“Gelin kocasına kurban olsun, koyun Allah’a kurban olsun, askerde vatana kurban olsun diye kına yakılır!” diye cevap versem yeterli gelir mi acaba?

“Şehitler mektup yazar mı öğretmenim?” diye soran olursa, ne derim ben onlara. Sınıftan öğrencinin biri ayağa kalkar ve “Benim babam şehit oldu. İşte size bir şehit mektubu!” diyerek şehit babasının mektubunu gözyaşları içerisinde okumaya başlarsa ben ne diyebilirim ki?




Şehit Mektubu…

Sana evlat acısı yaşattığım için beni affet anne!
Biliyorum bana kızmıyorsun. Ama içinde yanan ateşle “ağıt” yakıyorsun anne. Ana yüreği bu. Biliyorum yüreğinde kocaman bir kor yanacak bundan sonra. Bayramların bayram olmayacak bensiz. Mezarımın başında geçireceksin tüm bayramlarını. Mezar taşımı temizleyeceksin gözyaşlarınla.
Düşman işgaline uğramasın bu topraklar anne. Dayan annem dayan! Ben seni şehitlerin arasında bekleyeceğim.

O koca yüreğinde ateş yaktığım için beni affet baba!
“Vatan sağ olsun!” derken sesin titreyecek biliyorum baba. Bayrağımıza bakarken “Vatan sağ olsun!” diyeceksin tekrar tekrar… Çocukluğumda bana anlattığın Çanakkale şehitlerine senden selam götüreceğim baba.

Beni affet taze gonca gülüm, hayat arkadaşım!
Seni genç yaşta dul bıraktığım için. Ben şehit oldum, sen şehit eşi. Dünya hayatında yokluğumun acısını yaşayacaksın belki…
Tabutumun başında ağlarken “Doyamadım sana yiğidim!” diyerek gözyaşlarını damlattın tabutuma. Ben sana doydum mu sanıyorsun? Ya senin namusuna leke getirecek alçaklar ülkemi işgal etseydi! İşte o zaman ben gerçekten ölmüş olurdum.

Sizi “yetim” bıraktığım için beni affedin evlatlarım!
O küçük ellerinizi tutup yanaklarınıza bir öpücük daha kondurmak için neler vermezdim. Kokunuz burnumda tüterken şehitlik nasip oldu. Size doyamadım.
Sen beni öldü sanma oğlum. “Şehitlere ölü demeyin!” diyen Allah, bize ölmeden önce yerimizi gösterdi. Orayı görsen sen de bir an önce şehit olmak istersin. Seni orda bekleyeceğim oğlum! İnşallah sen de şehit olursun!

Kolay mı bırakıp gittim sizi sanıyorsunuz. Hepiniz gözümün önünden geçtiniz. “Ben sizi nasıl bırakıp giderim?” diye düşünürken, Hz. Peygamberi gördüm anne. Ellerini açmış beni bekliyordu anne. Ruhumu teslim ederken gideceğim yer gösterildi bana. O ne güzellik! Cennete uçtuğumu anladım. Bakmayın siz cesedimin kan revan içinde kaldığına. Hiç acı çekmedim ben. Dünyada şehitlerden başka hiç kimsenin yaşayamayacağı kadar rahat bir ölüm yolculuğu yaptım.

Milletime söyleyin, beni Fatihasız bırakmasın!

* * * * * *

Mektubu okuduktan sonra, babasının ellerinden öper gibi, mektubu öpüp alnına koyarsa öğrencim, ben onun gözlerinin içine nasıl bakarım?
Babasının son mektubunu okurken bile dimdik duran öğrencimin alnından öperken, gözyaşlarımı tutabilir miyim?

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
Cani, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

..Evdeyim..

Bir süredir yazamıyordum.Sebebini daha önce belirtmiştim.Bayram dolayısıyla evime -Tirebolu- geldim. Henüz ne kadar kalacağım bellli değil.Bayramın ilk günü köyüme gittim,oradaki büyüklerimle bayramlaştım.Gerçi gerçeklerin farkında olan herkes için bayram buruk geçiyor.Son günlerde ülkemiz insanları adına yaşanan olaylar üzüntü verici.Hala akıllarımızda şehitlerimiz.Allah herkese sabır versin.İnşallah bir an önce yetkili! merciler gerekli adımları atar da yıllardır bize acı veren bu olaylardan kurtuluruz.

Biraz şu anda görev yaptığım yerden, Bitlis Hizan'dan bahsedeyim:
Gitmeden önce kaygılarım vardı. Oraya gidip,biraz zaman geçirince bazı kaygılarımın yersiz olduğunu anladım.Gerçi daha bir ay oldu; belki bazı şeyler için karar vermek doğru değil.Bakalım zaman neler getirecek.
Hizan'ın özellikle doğası şaşırttı beni,ilçede bulunan yeşillik ve ağaçlar az da olsa bizim buraları -Karadeniz- andırıyor. Ve asıl şaşırdığım ise orada bazı köylerde fındığın yetişmesiydi. Daha önce duymadığım için çok tuhaf geldi bana. Gerçi oradaki fındık kalın kabuklu ve daha iri.Fındıktan geçinimi sağlayan aileler var.Şunu da söylemeliyim ki orada fındık daha pahalı.

Yeni okuluma da alıştım artık. Bulunduğum okul -Cumhuriyet İlköğretim- ilçenin gözde okullarından. Haftada on yedi saat dersim var. On saat Türkçe, altı saat Bilgisayar, bir saat de Rehberlik. Sekizinci sınıfların Türkçe dersine giriyorum. Çocuklarla hemen kaynaştık.Aralarında bu sene girecekleri OKS sınavında başarılı olabilecek zeki öğrenciler var.

İlk zamanlar Hizan Öğretmenevinde kaldım. Son iki hafta ise iki arkadaşla beraber eve çıktık.Bundan sonra devam edeceğiz orada. Zamanla iyi arkadaşlıklar da kurdum.Özellikle benim gibi "Asteğmen Öğretmen" olan arkadaşlarla. İşte ev arkadaşlarım da öyle,benimle aynı kaderi paylaşıyorlar:-)

Orada internete girmeye pek zaman bulamıyorum.Onun için blogu ihmal ediyorum. fırsat buldukça girmeye,yazmaya devam edeceğim.

7 Eylül 2007 Cuma

..Gidiyorum..

Daha önce de yazmıştım, asker öğretmen olarak Bitlis'in Hizan ilçesine gideceğim diye.Yarın erken saatte yola çıkacağım.Bir müddet blogla ilgilenemiyebilirim.Malum yerleşmek,çevreye alışmak biraz zaman alacak.Umarım her şey yolunda gider.
Hoşçakal blogum..

..Türkçenin aşkı..

Sevgilim,

Zamirlerin isminin yerini tutamayacağı bir gecedeyim. Her şey karanlık ve darmadağın. En kral yapıbilimci gelse yine de cümleler gibi darmadağınıklığımı bir paragraf hâline getiremez. Sen varsın, ben varım, bir de sevgimiz var bu gecede. Tıpkı giriş, gelişme, sonuç bölümleri düzenle sıralanmış bir metin gibiyiz.

Düzeltme işaretine benzeyen şapkamı alıp ünlem gibi uzayan sokaklara noktamı koymak istiyorum. Fakat ayraçlarla eki ayrılmış özel kelimeler gibi varlığından uzak düşüyorum. Ne zaman parantez gibi kıvrılan saçların aklıma düşse; üç noktalar gibi suskun kalıyor yüreğim. Sensizlik öyle zor ki tırnak içine alınmış kelimeler gibi soyutluyorum kendimi hayattan.

Ben senin lirik şiirler kadar duygusallığını, epik şiirlerdeki kahramanlıkları andıran azmini, pastoral şiirlerdeki tezek kokusunu hissettiren doğallığını sevdim. Bir manzum destan yazdın yüreğimde. Manas’tan uzun sancılar yaşadım ve inan hüznüm, Göç Destanı’ndaki hüznü aratmadı.

Ben adının önüne gelebilecek sıfatları bile kıskandım. İstedim ki sen hep gizli bir özne olarak kal ve sadece ben bileyim varlığını. Sen ve ben derken aramıza giren bağlacı bile suçladım. Bir bağlaç uzaklığı kadar bile olsa senden ayrı kalmak, bana ne acılar verdi; bilemezsin. İsim fiil ekleri mayışırken ben hayalinle sarhoştum. Sıfat fiillerin anasının mezar dikeceğini duyunca burkuldu içim biraz. Düşündüm, bir şiir gibi gelir misin kabrime diye.

Realizmden naturalizme kadar ne akımlar yaşadı bu gönül, ama hiçbirisine böyle tutulup kalmadı. Yarım kafiyeler yarım, zengin kafiyeler fakir, tunç kayifeler bakır olup uyumunu yitirirken biz redifler gibi uyum sağladık birbirimize.

Hayatımın anlam bilgisi, sözcükte yapım, bir tanem, sayı sıfatım. Kaşı karam, gözü karam, ders aram. Çözemediğim testlerdeki telaşım, ninni gibi sıcacık aşım... Sensiz bir dünya yüklemsiz bir cümle gibi yarım.Yazamadığım romanım, söyleşim, anım, damarımdaki kanım..

Düşünüyorum da; cümle ögelerine, sözcükler ek ve köklerine ayrılır; ama biz asla ayrılamayız.

5 Eylül 2007 Çarşamba

..Kutsal Görev..

Uzun süre blogla ilgilenemedim.Çünkü her Türk evladının yapması gerektiği gibi askere gitmiştim.Burdur 58'inci Piyade Alayında acemi birliğini tamamladım.Gerçi 20 gün gibi kısa bir süre sürdü; fakat itiraf etmeliyim ki daha uzun geldi bana.Özellikle ilk hafta...Böyle olmasında sabah çok erken kalkmamızın büyük etkisi vardı.Erken kalkıp, geç yatınca bir gün, iki gün kadar uzun geldi.

Orada kaldığım süre içerisinde bazı zorluklar da yaşamadım değil.Banyo yapamıyorduk,3-4 günde bir yapabiliyorduk ancak. Güneş ayrı yakıyordu ve çok toz vardı...
Acısıyla tatlısıyla geçti işte.Harika arkadaşlar da edindim orada.Çok kaliteli insanlarla tanıştım.Bunun yanında meslektaşlarımın hoş olmayan davranışlarına da şahit oldum.Bir çok kere utandım.Bu durum beni mesleğime daha da bağladı aslında.Ülkem adına,bayrağım adına daha çok şey yapmak gerektiğini anladım.

Şimdi askerliğimi tamamlamak üzere Bitlis'in Hizan ilçesine gideceğim.İlçe merkezinde bulunan Cumhuriyet İlköğretim Okulunda mesleğimi yaparak -inşallah- kutsal görevimi tamamlayacağım.


« En büyük askerlik budur: Çeşitli ihtimalleri çok iyi hesap etmeli, en iyi görüneni süratle tatbik etmeli. »
(1924)


« Ben askerliğin her şeyden çok sanatkârlığını severim. »
(1912)


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

4 Ağustos 2007 Cumartesi

..Mimar Sinan..

MİMAR SİNAN'IN MEKTUBU

Bir kaç yıl önce Süleymaniye Camisinin yıkılma tehlikesi içinde olduğu keşfedilmiş. Eğer çözüm bulunamazsa, koca cami kısa bir zaman içinde yıkılacakmış. Caminin tüm taşıyıcı yükü kemerlerindeymiş. Bu kemerlerin ortalarında bulunan kilit taşları zamanla aşınmış. Ama elde yazılı bir proje olmadığı için nasıl değiştirileceği bilinmiyormuş. Hemen Türkiye'nin en yetkin mühendis ve mimarlarından oluşan bir heyet hazırlanmış. Bir sürü fikir atılmış ortaya, her kafadan bir ses çıkmış ama sonuç alınamamış.

Ülkenin en iyi bilim adamları bu sorunu çözememiş. Tartışmalar sürerken caminin içinde büyük bir karmaşa sürüyormuş. Ülkenin çeşitli bilim kuruluşlarından bir sürü mimar, mühendis kemerleri inceliyormuş. Bu adamlardan biri ortalarda dolanırken kazara gizli bir bölme bulmuş. Bölmede üzerinde eski yazı olan bir not varmış. Uzmanlara inceletilen kağıdın orijinal olduğu belgelenmiş. Bu kağıt parçası bizzat Mimar Sinan'ın imzasını taşıyan bir mektupmuş. Mektupta yazılanlar tercüme ettirilince şöyle bir metin çıkmış ortaya:

"Bu notu bulduğunuza göre kemerlerden birinin kilit taşı aşındı ve nasıl değiştirileceğini bilmiyorsunuz."

Kağıtta yazılanlar bununla da bitmiyormuş. Koca Sinan kademe kademe kilit taşının nasıl değiştireceklerini anlatıyormuş. Heyet kademe kademe Sinan'ın söylediklerini yapmış. Süleymaniye camisi böylelikle kurtarılmış.Bu mektup şimdi Topkapı Sarayı'nda saklanıyormuş...(Alıntıdır.)

*Son günlerde bazı gazetelerde Türk büyüklerimizden Mimar Sinan hakkında bazı yazılar çıktı. Bu yazılar Koca Sinan'ı küçük düşürücü nitelikteydi. Bugüne kadar bilinen şeylere ne olmuştu da şimdi bu "gerçekler!" çıkmıştı ortaya. Oysa biz O'nu yaptığı,inşa ettiği nice büyük eserlerle tanıdık ve öğrencilerimize de tanıttık. Günümüzde yüksek eğitim! alan bir çok insanın yapmış oldukları inşaatlar kumdan kaleler gibi çökerken, Mimar Sinan'ın bir çok şaheseri onca geçen zamana ve felaketlere rağmen dimdik ayaktadır. Bu zekaya görememek,görmek istememek ne büyük gaflettir. Aslında yukarıdaki mektup her şeyi özetliyor.

Maalesef ülkemizde bazı önde! gelen gazeteler bu tür haberler yapmakta ustalar. Gerçi onların ne olduğu bellidir. Şimdi gazetede çıkan bu haberi okuyan, Koca sinan'ın büyüklüğünü anlattığımız öğrencileri düşünüyorum da!


*« Tarih ne güzel aynadır. İnsanlar, özellikle ahlâkla gelişmemiş kavimler, en büyük kutsal kavramlar karşısında bile hasis duygulara tâbi olmaktan nefislerini men edemiyor. Tarihin sinesine geçen büyük hâdiselerde bu hadiseler içinde uygulayıcı ve etkili olanların hâl hareket ve muameleleri onların ahlâk seviyelerini ne açık gösterir. »

Mustafa Kemal ATATÜRK (1915)

28 Temmuz 2007 Cumartesi

..Gençliğe Hitabe ve günümüz olayları..

Ey Türk gençliği !
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir.İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş,bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde,iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK

Sanırım bu günlerde Ulu Önder M.Kemal Atatürk'ün yazmış olduğu bu hitabeyi okumak ve iyi anlamak gerekiyor.
Maalesef şu günlerde Cumhuriyetimizi hedef alan ve milli bütünlüğümüzü bozmaya çalışan olaylarla karşılaşmaktayız. Daha acısı Atamızı yok saymaya çalışan insanların seslerini işitmekteyiz. Ulu Önderimiz böyle günlerin yaşanabilceğini ta o zamandan görerek, milletinin ve bayrağının değerini bilen insanları uyarmış ve yol göstermiştir. Bu haince ve insafsızca olayların,sözlerin farkında olan ; Atasına, Cumhuriyetine sahip çıkan insanların olduğunu bilmek mutluluk verici. Ve bu insanların zamanı geldiğinde Ulu Önderin de işaret ettiği gibi "Damarlarındaki asil kandan güç alarak, Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtaracağı" aşikardır.

« Bu hareket milletin bir arzusudur. Hattâ bir ihtiyacıdır. Bu arzu ve ihtiyacı doğuran şeyde şahıslar değil, bizzat olaylardır. Devletin birlik ve bağımsızlığını tehdit eden meşru olmayan bir takım ihtirasat, topraklarımıza, hiçbir hakka dayanmaksızın gerçekleşen saldırılar, tehlike karşısında millete birleşmek gereğini duyurmuştur. Böyle bir harekete macera demek, bu hareketi takdir edenleri maceraperestikle adlandırmak gafillik, garazlık değil midir ?… »
Mustafa Kemâl ATATÜRK
25.10.1919, Amasya, Tasvir-î Efkâr Muhabiri Ruşen Eşref ile Mülâkat.

..Şiir..

Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun,
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin.
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer,
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın,
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer,
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın,
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın,
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın,
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın,
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün,
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun.
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli.
Bebek ağladığı kadar bebektir,
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin.
Bunu da öğren, SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN...

Can YÜCEL

19 Temmuz 2007 Perşembe

..Marmaris Tatilinden Görüntüler..

Kral mezarlıkları
Kimi yerler vardır tarihin tüm ihtişamını somut bir şekilde gözler önüne sererler.Tarihin somut kanıtlarıdır onlar. Zamanın tüm acımasızlığına karşı bin yıllardır ayakta kalan, geçmişin sırlarını geleceğe taşıyan ölümsüz kral mezarları. Kral mezarlarına baktığınızda taşların dile geldiğini düşünüyorsunuz. Devasa kayalar oyularak şekillendirilmiş, hayret verici bir incelikte oyulmuş.


Çamur banyosu
Köyceğiz Gölü’nün Dalyan Deltası ile birleştiği noktaya yakın bir yerde güzellik çamuru. Sınıf öğretmeni arkadaşım Muzaffer ve ben. Ee oraya kadar gitmişken güzellik çamuruna girmemek olmazdı.

iztuzu plajı
Carreta caretaların güvenip, yavrularını emanet ettikleri ender plajlardan birisi İztuzu plajı. Dünyada doğallığını koruyan ikinci plaj olma ödülüne de sahip İztuzu, tam bir doğa harikası. Bir tarafı tatlı su diğer tarafı Akdeniz olan bu kumsalın bir benzerinin olmadığı söyleniyor.


Sınıf öğretmeni arkadaşım Haluk ve ben. Arkamızda harika Marmaris koyları.

9 Temmuz 2007 Pazartesi

..Bir Şehit Eşinin Mektubu..

Bir şehit eşinin duyguları...
Bir şehit eşinin,sevgili eşi için ardından yazdığı satırları,hiç yorumsuz size aktarıyorum...
Sevgilim… Ölüm denen o yoğun, kör karanlığın kederini, kahredici yalnızlığını ancak ben gibi ayrılıklara mahkum edilenler bilir…Sen kahpe kurşunlarıyla son nefesini verdiğin gün ben de dilimi mühürledim… Baban "Vatan sağ olsun, bir evladım daha var, o da feda olsun" diye ağlarken, 7 aylık oğlunu "emanetin" diye kalan son gücümle sıkı sıkı sarmıştım da nedense ayaklarım beni taşımıyordu. İki yanımdan koluma girmişlerdi, o an kalabalık bana çok gelmişti.. Kim bilir kaç kişilerdi.. Kasaba halkının yarısı arkamızdan geliyordu.. En önde giden sen! Üstüne örtülmüş al bayrağımdan gözlerime kızıl miller çekiliyordu… Son kez telefonda duyduğum sesin beynimde yankılanıyordu. "Hepinizi çok özledim…" "Özledim…" "Özledim…" Susmuştum….Oğlan büyüdü artık, her geçen gün biraz daha sana benziyor… Resimlerden tanıdığı sana özenerek saçlarını sen gibi tarıyor… O güldüğünde sanki sen gelip oturuyorsun karşıma… İçim ılık ılık kanıyor ama ne o gün ne ondan sonra, her sabah uyandığım ıslak yastığımı saymazsak, hiç ağlamadım.. Kavlimiz vardı unutmadım, "neden" diye hiç sormadım, bir kahpe kurşunla yıkılmadım, rabbim verdi sabrını ne boyun büktüm, ne senden vazgeçtim.. Her gelen kara haberde, hangi şehrin şehidiyse oranın valisi, kaymakamı, esnafı, askerler, tanıyanlar, yakınlar…Şimdiye değin ağıtlarla, bayraklarla uğurladıklarımız kadar olmasa bile yine de kalabalıklar… Televizyon ekranından geçiyorum, ben de yürüyorum onlarla… Bir kez daha… Bir kez daha… Bir … Sevgilim,Sen de oralardan görebildin mi bilmem, bu günlerde buralarda zamansız bir kırlangıç fırtınası var… Hangi televizyonu açsam, bir kahramandan söz ediliyor… Gazeteciymiş.. Ürkek bir güvercin gibiymiş.. İnsanlar gözyaşları arasında onun ne kadar mert, ne kadar vatansever olduğunu anlatıyor… Gündüz gözü şehrin tam ortasında vuruvermiş zalimler… Gördüm adamcağızın nasıl yattığını o soğuk taştan kaldırımda… Üzerine gazete örtmüşler… Ayakkabısı da yırtıkmış… İçim acıdı… Sahi sevgilim, operasyona gittiğiniz dağda, gecenin ayazında o karların arasında vurulduğunda karnın tok muydu ? Üşümüş müydü ellerin, esen deli rüzgar yaşartmış mıydı gözlerini? Bölücü hainlerle çatışırken, sağınızda solunuzda bombalar patlarken ne geçmişti aklından en son ? Bunları bilememek koyuyor insana, yine de mayınlara verdiğimiz şehitlerimizi düşününce şükrediyorum.. Hiç değilse sen parçalanmadın, vatan toprağında bütünsün, vedalaşırken kaskatı elini tutabilmiş, uzun uzun yüzüne bakabilmiş, mühürlediğim dudaklarımla solgun, soğuk alnından öpebilmiştim … Diyorlar ki öldürülen gazetecinin adı Hrant Dink'miş, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde Türklüğe hakaretten yargılanmış.. Kibarlık olsun, Türkleri incitmesin diye Ermeni soykırımı oldu demiyormuş da, Türkiye Ermenilere karşı suç işlemiştir bu suçu kabul etsin, iki devlet aralarında anlaşsın, gereken yapılsın diye yazıyormuş, söylüyormuş… Ermenistan da Türkiye'den toprak istiyormuş… Sen gibi şehit olanların canıyla kazanılan vatanın birazını "bize verin" diyormuş… Günlerdir televizyonlarda bu gazeteci var sevgilim… Günlerdir kırlangıç fırtınası dinmiyor… Hükümetten birileri önermiş, Hrant Dink Türk bayrağına sarılsın demişler… Köşe yazarları da "Şehide ağıt" yazmışlar… Bize vatan uğruna ölenlerin şehit olduğu öğretilmişti.. Bayrak, vatan uğruna, vatana hizmet ederken can verene sarılır bilirdik… Cenaze törenini canlı yayınla verdiler… Hem de Dünyanın her köşesinde… Ben de senin ve sen gibilerin cenazesini kalabalık sanırdım… Bütün yurt bizle ağlıyor, terörü lanetliyor bilirdim… Yurdun dört bir yanından çoluk çocuk, yaşlı, genç demeden koşturup gelenleri görmeliydin…Mahşer yeri gibiydi ortalık.. Hepsinin ellerindeki pankartlarda "Hepimiz Ermeniyiz" yazıyordu… Ne çok Ermeni varmış, şaşırdım! Sadece onlar mı ? Türkiye'yi düşman belleyenler de davetle gelmiş… Geliş paralarını da devlet ödemiş… Bu defa geçemedim ekrandan.. Yürüyemedim onlarla.. Burada cenaze böyle törenle defnedilirken, Ermenistanda da "Soykırım Anıtı" önünde tören yapmışlar... Acaba orada da "Hepimiz Türküz" diyenler oldu mu ? Hani son konuşmamızda susmuştum.. İçimdeki korkuları göstermemek için boğazım düğümlenmiş, sesim çıkmamıştı… Şimdi söylüyorum… "Ben de seni ben de seni… BİLEMEZSİN NE ÇOK ÖZLEDİM SEVGİLİM"Artık dilimdeki mührü çözüyorum, içimde biriktirdiğim feryadı salıyorum, gittiği yere gitsin kırlangıç fırtınasıyla Böldürmemek için her biriniz siper ederek bedenlerinizi feda olmuştunuz vatana. Sizler kara toprağa bizlerse diri diri boşluğa gömülürken arkanızda yurdun dört bir yanından gelen "Ermeniler" yürümemişti.. Hiçbir yabancı televizyon acılarımızı dünyaya göstermemişti.. Karalara bürünen hayatıma, babasız büyüttüğüm evladıma karşın, yurdun dört bir yanında "hepimiz Ermeniyiz" diye haykıranlara da helal ettim hakkımı …
-Alıntıdır-

8 Temmuz 2007 Pazar

..Hiçbir şey İçin Geç Değil..

Yaşadığı şehirden, bulunduğu ortamdan kısacası yaşantısından sıkılan bir adam, cebindeki az miktar para ile yanına hiçbir şey almadan bulunduğu kenti terk edip daha önce hiç bilmediği bir ülkeye gitmiş. Oraya henüz alışmaya çalışırken birden bir ses duymuş. Bir çığırtkan, avazı çıktığı kadar meydanda bağırıyormuş:- Tiyatro! Gelin! Kaçırmayın! Bu akşam Tiyatro!...Adam hayatında hiç tiyatroya gitmemiş ve inanılmaz derecede merak etmiş. Biletin nereden alındığını öğrenmiş. Bilet fiyatı cebindeki tüm para kadar olmasına rağmen hiç tereddütsüz bileti almış. Başlamış merakla oyunu izlemeye...Oyun bitmiş, herkes dağılmış ve bizim meraklı öylece kalmış, izlediği muhteşem oyun karşısında. O sırada temizlikçi tarafından salonu boşaltmak için ikaz almış. Adamsa:- Bana müdürünüzün yerini söyler misiniz? Onunla bir şey konuşmam gerek... demiş.Seyrettiği oyunun etkisi ile müdür ile konuşmuş ve ne olursa olsun, ne iş olursa olsun buranın bir parçası olmak için çalışmak istediğini belirtmiş. Müdür çok şanslı olduğunu, şu sıralarda bir temizlikçi aradığını fakat önce onu denemesi gerektiğini ifade etmiş ve denemek üzere aylardır el değmemiş bir kütüphanenin temizliğini uygun bulmuş.- İşte burayı temizle. Eğer beğenirsem seni işe alırım... demiş ve gitmiş.Tiyatro aşkının verdiği şevk ile temizlik beklenenden kısa sürede bitmiş. Müdür odayı görmeden adamın samimiyetine inanmamış. Onu diğerleri gibi işi savsaklayan biri sanmış. Fakat odanın temizliğini görünce hayretler içinde kalmış. Aylardır içeriye girilmeyen oda gıcır gıcır oluvermiş. Müdür bu çabuk ve becerikli adamı işe almaya karar vermiş.- Tamam seni işe alıyorum- Fakat benim yatacak yerim yok.- O zaman burada yatarsın ve işe daha erken başlarsın.İstediği olan tiyatro tutkunu, huzurlu bir şekilde odayı terk ederken müdür.- Adın neydi senin buraya yazalım... demiş.Aldığı cevap ise;- William! William Sheakspeare!... olmuş.Bu hikaye hem insanı dehşete düşürücü hem de ilham verici. Sheaksper tiyatro yaşantısına bu şekilde başlamış. Tam kırk (40) yaşında... tiyatroyu o yıllarda tanımış ve büyük bir azimle o muhteşem oyunları yazmış. Üstelik büyük bir fedakarlık göstermiş mesleği için. Meslek hayatı boyunca sadece üç saat uyuyarak yaşamını sürdürmüş. Sabah erken kalkıp oyun provasını yapıyor oyununu oynuyor ve akşam yeniden oyun yazıyor... Bu böyle sürüp gitmiş.
Bu hikayeyi ilk duyduğumda yaşamım için duyduğum kaygıları bir kenara bıraktım. Anladım ki, hiçbir şey için geç değil. İnsan eğer isterse imkansız gibi görünen olayları da gerçekleştirebilir. Yeter ki yürekten istesin ve bunun için çaba sarf etsin. Hiçbir şey için geç değil. Kırk yaşında olsak da...
-Alıntıdır-

4 Temmuz 2007 Çarşamba

..Bir Şiir..

SAKARYA TÜRKÜSÜ
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat?
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.
...
Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!..

Necip Fazıl KISAKÜREK

..Dünya Tatlıları..

İlk olarak bu resmi kullanmak istedim.Çünkü onlar dünya tatlısı olan öğrencilerimin sadece bir sınıfı..Bu sene mezun olan 8.sınıf öğrencilerimiz..Bir ayrıcalıkları olmalıydı.İtiraf etmeliyim ki okulda onlarla geçirdiğim zamanları özlüyorum ve hep özleyeceğim galiba..

3 Temmuz 2007 Salı

..Başlangıç..

Ne zamandır düşündüğüm -kendime ait bir blog oluşturma- bu durumu hayata geçirdim sonunda..İtiraf etmeliyim ki şu anda biraz acemiyim bu konuda ;-) Zamanla üstesinden geleceğime inanıyorum.Burada "hayatıma dair" ve "hayata dair" en güzel şeyleri paylaşmayı umuyorum.Aslında şu anda kimse okuyamayacak başlangıç yazısını; ama inşallah gün geçtikçe geniş kitlelere ulaşacağım :-) Yani en azından çevremdeki insanlara.Gerçi önce bu blogdan haberleri olması gerekiyor ya..Aman olmasa ne olur ki hem yazar hem okurum ben de...
Yaşamın herkese "hayatına dair" güzellikler getirmesi dileğiyle..